Gönderen Konu: Fuzûlî  (Okunma sayısı 8 defa)Konuyu Okumus Olanlar

[EN] [PL] [ES] [PT] [IT] [DE] [FR] [NL] [TR] [SR] [AR] [RU]

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

    ♫ 𝕄𝔼𝕃𝕆𝔻𝕚 ♫

  • Kişisel İleti Gönder (Çevrimdışı)
  • *
  • Kayıt Tarihi
    03 Oca 2015 00:00:00
  • Ileti Sayisi: 18838
  • Konu Sayisi 2169
  • Alinan Begeni 1959
  • Bayan
    • Nerden: Almanya/FFM
  • Memleket: Yozgat
Fuzûlî

Linklerin Görülmesine Izin VerilmiyorLinki Görebilmek Için Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor    ya da Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor    veya Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor    ya da Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor   
Resimlerin Görüntülenmesine Izin VerilmiyorResimleri Görebilmek Için Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor    ya da Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor    veya Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor    ya da Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor   


İsim   Fuzûlî
Tam İsim    Mehmed, Hilleli Mehmed, Fuzuli-i Bağdadi
Kısa Tanıtım   Türk Edebiyatı’nın en meşhur şairlerinden
Yaşadığı Tarih   Miladi: 1483 - 1556
Hicri: 888 - 963
Doğum Yeri   Irak

Ölüm Yeri   Kerbela
Hocaları         Rahmetullah
Hille Müftüsü Süleyman Efendi

Etkilendikleri   
Selmân-ı Sâvecî
Hafız
Nizami
Hatifi
Attar
Ali Şîr Nevâî
Nizâmî-i Gencevî
Şeyhî
Molla Câmî


Etkiledikleri   
Niyâzî-i Mısrî
Şeyh Galib
Mehmed Akif Ersoy
Nâilî-i Kadîm
Koca Râgıb Paşa


İletişimde Bulunduğu İsimler   Taşlıcalı Yahya Bey, Hayali Bey, Kanuni Sultan Süleyman, Şah İsmail
Ekolleri   
Edebiyat
Şiir




Hayatı
Hemen hemen bütün kaynaklarda, Türk Edebiyatı’nın en önemli ve en büyük şairlerinden biri olduğu vurgulanmasına rağmen Fuzûlî’nin hayatına dair bilgiler oldukça kısıtlıdır. Fuzûlî’nin, doğduğu yer hakkında ihtilaflar olup Hille, Bağdat, Kerkük, Necef veya Kerbela’da doğmuş olabileceği yönünde çeşitli bilgiler mevcuttur. Ayrıca kimi yazarlar tarafından Fuzûlî’nin Kürt olabileceği de iddia edilmiştir (Mazıoğlu,1986: 6). Fuad Köprülü ise Fuzûlî’nin Bayat isimli eski bir Oğuz aşiretine mensup olduğunu ve dolayısıyla Türk olduğunu iddia eder (2006: 175). Şair de Hadîkatü’s-süedâ ile Türkçe ve Farsça dîvânlarının önsözünde ana dilinin Türkçe olduğunu açık bir şekilde belirtmektedir (Tarlan, 1950: 6; Mazıoğlu,1986: 6-7). Ahmet Atilla Şentürk ve Ahmet Kartal, Fuzûlî’ye ait olduğu düşünülen “menşe’ ve mevlidim Irak” ibaresinin ve bu ifadenin ebced karşılığı olan 888/1483’ün, Fuzûlî’nin doğum yeri ve tarihi için kabul görmüş bir bilgi olduğunu vurgulamaktadırlar (2006: 258). Hayatı hakkında tartışılan bir diğer nokta da Fuzûlî’nin Şiî mi yoksa Sünnî mi olduğudur. Abdülkadir Karahan bu konuda henüz kabul edilmiş bir sonuca ulaşılamadığını belirtir (1996: 242).

Babasının adı Süleyman, asıl adı ise Mehmed olan Fuzûlî’nin, nasıl bir eğitim aldığı, hangi medreselerde okuduğu ve hocalarının kimliğine dair kesin bilgiler bulunmamaktadır. Edebiyata dair bilgileri Habîbî’den öğrendiği, Hille müftüsü olan babasından ilk eğitimini aldığı, Rahmetullah isimli bir hocanın öğrencisi olduğu ve bu hocanın kızına âşık olup ilk şiirlerini yazmaya başladığı şeklinde birtakım rivayetler vardır ancak bunların doğruluğu tartışmalıdır (Mazıoğlu, 1986: 7; Karahan, 1996: 241). Fuzûlî’nin Arapça, Farsça ve Türkçe dîvân oluşturabilecek ölçüde şiirler yazabilmesi ve diğer eserleri birlikte düşünüldüğünde iyi bir eğitim aldığı kesinlikle söylenebilir. Nitekim kendisi de erken dönemde yazdığı şiirlerini bir kenara bırakarak ilimsiz şiirin temelsiz duvara benzeyeceği düşüncesiyle önceliğini ilim öğrenmeye vermiş ve doğuştan gelen bir yetenekle şiir söylemeye devam etmiştir (Mazıoğlu, 1986: 7-8).

Kullandığı mahlası nasıl seçtiğini ise Farsça Dîvân’ının önsözünde anlatan Fuzûlî, kendisine uygun bir mahlas bulmak için çok düşündüğünü anlatır. Daha sonra bulduğu bir mahlasın başka bir şair tarafından da kullanıldığını gören Fuzûlî, ortak bir mahlas kullandığı durumda başarısız olursa kendisine yazık olacağını; başarılı olursa da diğer şaire zulmetmiş olacağını söyler. Bu sebeple de kimsenin beğenmeyeceğini düşündüğü Fuzûlî mahlasını seçer (Tarlan, 1950: 6-7).

Fuzûlî, İstanbul’a gelmemiş ve bulunduğu çevreden ayrılmamış olmasına rağmen Elvend Bey’e, Şah İsmail’e, Muhammed Han Tekelü’ye ve Kanunî Sultan Süleyman, Şehzâde Bayezid, Sadrazam İbrahim Paşa, Nişancı Celalzâde Mustafa Çelebi, Kazasker Kadir Çelebi gibi Osmanlı devlet büyüklerine hamilik beklentisiyle kasideler ve mektuplar yazmış ancak özellikle büyük bir beklenti içinde olduğu Osmanlı padişahından ilgi görememiştir. Hasibe Mazıoğlu bunu şairin Şiî olmasına bağlamaktadır (1986: 11). Fuzûlî, her ne kadar bir hami bulamamışsa da Bağdat’ın vakıf geliri fazlasından kendisine günde dokuz akçe maaş bağlanmış ancak şair bu maaşı dahi alamadığından yakınmış ve bu durumu ünlü Şikâyetnâme mektubu ile Celalzâde Mustafa Çelebi’ye bildirmiştir (Mazıoğlu, 1986: 11)


Şairin Fazlî isimli bir oğlunun varlığından bahsedilse de babası gibi şair olan Fazlî’ye dair detaylı bilgiler bulunmamaktadır. Mazıoğlu bunu Fazlî’nin mühim bir şair olmadığı şeklinde yorumlar (1986: 16). Fuzûlî, bir veba salgını sonucu Kerbela’da hayatını kaybetmiştir. Şairin ölüm tarihi, ebced karşılığı 963 olan “Geçdi/Göçdi Fuzûlî” ibaresinden hareketle 1556 yılı olarak kabul edilmektedir.

Öğretisi
Fuzûlî her ne kadar manzum eserleriyle öne çıkmış olsa da çeşitli konularda mensur eserler de kaleme almıştır. Ancak şairin hayatından ve sanatından bahseden kaynaklarda şiirlerinin ve şairlik yeteneğinin mensur eserlerine nispetle daha çok övüldüğü ve incelendiği görülmektedir. Şairliği ile öne çıkan, Arapça, Farsça ve Türkçe dîvân oluşturabilecek ölçüde bu dillere ve bu dillerin edebiyatlarına hâkim olan Fuzûlî’nin doğrudan edebî bir muhitle iletişim içinde olmaması eser üretme biçimini özgün kılar. Kanunî’nin Bağdat seferinde Hayâlî ve Taşlıcalı Yahya Bey ile tanışmış olduğu bilinse de Haluk İpekten onu neredeyse kimsenin etkisinde kalmamış, “üstün yetenekli bir şair” olarak niteler fakat yine de örneğin Necatî Bey’in “gayrı” ve Habîbî’nin “dedim dedi” redifli gazeline yazdığı nazirelerle Fuzûlî’nin bir şekilde eser ürettiği edebiyatları takip ettiğini vurgular (1991: 24-25).

Fuzûlî’yi “aşk ve ıstırap şairi” olarak niteleyen Mazıoğlu, şairin aşkın acılarına karşı gösterdiği tahammülün de şiirlerinin başlıca unsurlarından biri olduğunu vurgular ve Allah’ın onu aşktan ayrı koymaması için ettiği dualarla ve aşk derdiyle yaşamaktan mutlu olduğunu söylediği beyitlerle kendisine mahsus bir şiir dünyası yarattığını söyler (1986: 20-24). Şairin dîvânındaki şu beyitlerden aşkın ve aşk acılarının Fuzûlî için ne kadar değerli ve vazgeçilmez olduğu anlaşılmaktadır:

Aşk derdiyle hoşum el çek ilâcımdan tabîb // Kılma derman kim helâkim zehr-i dermânındadır (1990: 172)

Aşk derdinden olur aşk mizâcı müstakim // Âşıkın derdine dermân etseler bîmâr olur (1990: 177)

Osmanlı edebiyatı şairlerinin ekseriyetinde görülen karamsarlık duygusu Fuzûlî’de çok daha ileri bir boyuttadır (Karahan, 1996: 243). İpekten’e göre dünyada rahata erişenlerin cahil ve kötü karakterli kimseler olduğunu düşünen Fuzûlî, talihinden ise daima şikayetçidir. O soyutlanmış bir şekilde kendi halinde yaşamayı ve kanaat ehlinden olmayı, acı çekmeyi yeğler zira bu duygular onun olgunlaşmasına yardımcı olur (İpekten, 1991: 27).

Araştırmacıların psikolojisiyle de yakından ilgilendikleri Fuzûlî’de “ferdiyet ve mutlak yalnızlık” duygusunun beraberinde getirdiği sürekli acı çekme ve acıdan haz alma durumu onun şiirlerine sirayet etmiş ve hatta Karahan’a göre mizacının yansıması Fuzûlî’deki lirizmin ve sanat gücünün kaynağını oluşturmuştur (1996: 244). Nitekim Fuzûlî’nin dîvânındaki en meşhur beyitlerinden birisi de bu yaşadığı yalnızlık ve kimsesizlik duygusunun bir tezahürü gibidir:

Dost bî-pervâ felek bî-rahm devran bî-sükûn // Derd çok hem-derd yok düşmen kavî tâli‘ zebûn (1990: 243)

Fuzûlî’nin şiirleri teknik anlamda oldukça başarılıdır. Cem Dilçin, bu “sanatçı şairin”, söz ve anlamı ses öğesiyle kusursuz bir şekilde birleştirdiğini ve bu anlamda dîvân şiirinin en güzel örneklerini verdiğini söyler (2010: 107). Türkçe yazdığı şiirlerdeki ifade gücü ve yalın söyleyiş ile anlamdaki derinlik, onun şiirlerinin çoğunu birer sehl-i mümteni örneği kılarken ilk okumada yüzeysel bir anlamı, yakın bir okumada ise daha derin bir manayı içermesini sağlar (Karahan, 1996: 243). Abdülkadir Karahan, Fuzûlî’nin şiirlerindeki bu çok katmanlı yapı sebebiyle onu, sonraki yüzyıllarda anlamda derinlik ve muğlaklıkla öne çıkan Sebk-i Hindî’nin ilk habercisi sayar (1996: 243). Ayrıca tasavvufi düşünceyi de sanatıyla harmanlayan ve ona kendince bir yorum katan Fuzûlî’nin bu çok boyutlu şiirleri onu yüzyıllar içinde çok okunur ve çok sevilir bir şair hâline getirmiştir.

Aruz veznini şiirlerinde başarılı bir şekilde kullanan Fuzûlî’de vezin kusurları oldukça azdır. Türkçe şiirlerinde deyim ve atasözlerini sıklıkla kullanan şairin, akıcı bir üslubu vardır. Fuzûlî’nin kasidelerinin, gazellerine nispetle daha sanatlı bir üslupla söylenmiş olduğu ve onun bu şiirlerinde sanatını göstermeye çalıştığı sıklıkla vurgulanır. Özellikle Fuad Köprülü, Fuzûlî’nin gazellerinin aksine kaside yazdığı zamanlarda “dehşetli bir tasannua” düştüğünü dile getirmektedir (2006: 177).

Fuzûlî’nin şiirleri çok defa bestelenmiştir. Abdülkadir Karahan bugün notası hâlâ elde bulunan 100’den fazla eserin Fuzûlî’nin güftelerinden seçildiğini ve “Beni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı?” güftesinin on; “Öyle sermestim ki idrâk etmezem dünyâ nedir” güftesinin ise sekiz farklı biçimde bestelendiğini söyler (1996: 245-246). Hüseyin Saadettin Arel, Bekir Sıtkı Sezgin ve Cinuçen Tanrıkorur gibi bestekârların, onun güftelerinden besteler yapmaları Fuzûlî’nin etkisini göstermesi bakımından dikkat çekicidir (Karahan, 1996: 246).

Türk Edebiyatı üzerinde derin bir etki bırakmış olan Fuzûlî, kendisiyle aynı asırda ve sonraki zamanlarda yaşamış edebiyatçıların daima beğenisini kazanmış ve kendisine birçok takipçi bulmuştur. İstanbul’da yaşamamış olmasına rağmen tezkirelerde kendisine mutlaka övgü dolu ifadelerle yer verilmiş ve şiirlerine Taşlıcalı Yahya, Hayâlî, Bağdatlı Rûhî, Bâkî gibi dîvân şairleri tarafından çok sayıda nazireler, tahmisler yazılmıştır (İpekten, 1991: 29-32). Etkilediği Gevherî ve Âşık Ömer gibi halk şairlerinin (Mazıoğlu, 1986: 27) yanı sıra klasik edebiyata karşı olumsuz düşüncelerin oluştuğu Tanzimat devrinde dahi Namık Kemal, Recaizâde Mahmud Ekrem, Muallim Nâci ve Nâbizâde Nâzım gibi sanatkârlar onun şiirlerine nazireler yazmıştır (Karahan, 1996: 244). Çağımız şairlerinden Sezai Karakoç’un Leylâ ile Mecnûn ve Hüsrev Hatemi’nin Aşka Reddiye şiirleri de bu etkinin günümüze uzanan bir yansıması sayılabilir.


Fuzûlî, Türkçe, Farsça ve Arapça olmak üzere üç dîvân tertip etmiştir. Bu üç dîvân içinde en hacimli olan Farsça Dîvân’dır. Bugün mevcut olan Arapça Dîvân’ı ise hacim itibariyle en küçük dîvânıdır. Ancak bunun Fuzûlî’nin esas dîvânının sadece bir parçası olduğu düşünülmektedir (Karahan, 1996: 245). Dîvânlarının yanı sıra manzum ve mensur birçok eseri de bulunan Fuzûlî’nin, Türk Edebiyatı’nın en önemli ve önde gelen şairlerinden biri olduğu muhakkaktır.

Öne Çıkan Eserleri

Türkçe Eserleri: Dîvân, Leylâ ve Mecnûn, Beng ü Bâde, Sohbetü'l-Esmâr, Hadîs-i Erbaîn Tercümesi, Hadîkatü's-Süedâ, Mektuplar.

Farsça Eserleri: Dîvân, Heft-câm (Sâkînâme), Sıhhat u Maraz (Hüsn ü Aşk, Ruhnâme), Risâle-i Muammeyât, Rind ü Zâhid, Enîsü’l-Kalb.

Arapça Eserleri: Dîvân, Matla'u'l-İtikâd fî Marifeti'l-Mebde ve’l-Me’âd.
Linklerin Görülmesine Izin VerilmiyorLinki Görebilmek Için Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor    ya da Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor    veya Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor    ya da Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor   
Resimlerin Görüntülenmesine Izin VerilmiyorResimleri Görebilmek Için Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor    ya da Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor    veya Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor    ya da Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor   

Resimlerin Görüntülenmesine Izin VerilmiyorResimleri Görebilmek Için Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor    ya da Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor    veya Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor    ya da Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor   
Bu Sayfayi Paylas
Google Twitter skype Google youtube tumblr pinterest skype youtube grubumuz grubumuz

    ♫ 𝕄𝔼𝕃𝕆𝔻𝕚 ♫

  • Kişisel İleti Gönder (Çevrimdışı)
  • *
  • Kayıt Tarihi
    03 Oca 2015 00:00:00
  • Ileti Sayisi: 18838
  • Konu Sayisi 2169
  • Alinan Begeni 1959
  • Bayan
    • Nerden: Almanya/FFM
  • Memleket: Yozgat
FUZÛLÎ VE BÂKÎ


Linklerin Görülmesine Izin VerilmiyorLinki Görebilmek Için Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor    ya da Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor    veya Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor    ya da Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor   
Resimlerin Görüntülenmesine Izin VerilmiyorResimleri Görebilmek Için Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor    ya da Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor    veya Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor    ya da Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor   



 Fuzûlî ile Bâkî, iki kutup gibi karşılaşırlar. Aralarındaki konuşma
yaşadıkları devri aşar, hatta Tanzimat'a ve bugüne kadar gelir. Bu, bütün
 tarih hesaplarının dışında sanat dünyasının ritmini yapan iki ayrı
anlayıştır.

 Fuzûlî şiiri sadece kalbe ait bir macera telâkki eder ve ıztırabı şâir için
yaşanacak tek iklim gibi görür. (Bunu Farsça Divanı'nın mukaddimesinde
 söyler, fakat aynı mukaddimede tabiatının daha ziyade kaside ve
muamma yazmağa müsait olduğundan da bahseder.) Onda her şey
kendiliğinden "ben"in etrafında toplanır ve oradan hareket ederek
dünyasını yakalar. Dil, Fuzûlî'de her şeyden evvel bir yaratma işinin
başlangıcı olan teessürînin vasıtasıdır.

 Bâkî'de ise, kurucu unsurlarıyle Fuzûlî'ninkinden hiç de farklı olmayan
bu iç alem, kendisini aşan bir nizama bağlı gibidir. Onun arasından,
onun icaplarıyle konuşur. Dil, bu yüzden daha ziyade dış âlemin malıdır;
onu kurmakla işe başlar ve biz yarattığı dünyanın arasından onu alıs
şekliyle, yahut ona verdiği şekille Bâkî'nin kendisinde buluruz.
 Eninde sonunda aynı dilin, aynı medeniyetin ve aynı asrın -yirmi, yirmi
beş yıllık bir farkla - iki insanı olan ve zaruretiyle birbirine çok
benzeyen, biri öbürüne az çok tesir etmiş, yahut muhteva ve şekil
itibariyle bir yığın şey telkin etmiş iki şâir arasında bu kadar ayırıcı bir
kıyas kullanmaktan çekinmesek, bu ayrılığı bir Dionysos - Apollon
karşılaşması gibi gösterirdik.

Filhakika Fuzûlî'de ıztırapla ve insan kaderiyle doğrudan doğruya temas
ederiz. O eski şiirin lûgatını ve modalarını kendi hayatının meseleleri
için benimsemiştir. Bunda ne kadar samimidir? Bunu bilmiyoruz. Ve
doğrusu istenirsc bu suali sormağa fazla hakkımız yoktur. O bize
muayyen bir çehre ile hatta bir çeşit şahsi masalla gelmek istemiştir. Ve
bir yığın tezada rağmen bugüne kadar bu masalı tutmuştur. Bu demektir
 ki, bu eserde ikinci makalemizde bahsettiğimiz irade tarafı ne kadar
galip olursa olsun, onu tutan birtakım büyük psikolojik esaslar vardır.


 Vakıâ bazı şiirlerinde o da eğlenmeye çalışır, neş'eli görünmek ister,
çapkınca mazmunlar, şarkılar yapar. Hatta eserinde ten hazIarına bir
çeşit açılış dahi vardır. Unutmamalı ki, Nedim'den evvel Hamamiye
yazan -"Hamam" redifli gazel - odur. Ve bu küçük şiir bir tarafıyle bütün
 bir sensualite olduğu gibi, saydığı teferruatla ve kurduğu hava ile de çok
cazip şekilde tasvirîdir. Daha doğrusunu isterseniz, Şark minyatüründen
 Garp resmine geçmiş denecek buğulu sıcak hava, çıplak ten ve hazdır.
(Zaten bazı sensuel çığlıklarda, mahalli hayat tasvirinde Nedim'in asıl
başlangıcı odur, denebilir. Tabii aradaki büyük farkı gözetmek şartıyle.
Çünkü Nedim çok başka bir âlemdir).


 Fakat bütün bunlar eski şiirin kendisinde bulunan, hiç olmazsa bizde asıl
 Necatî ile başlayan bir ikiliğin neticesidir. (Hamam şiiri ayrıca
anlatılmaya muhtaçtır). Bu ikiliğin Fuzûlî'de ağır basan tarafı şüphesiz
ki, ıztıraba bakan tarafıdır. Orada Fuzûlî bütün oyunlarına rağmen
ölçüsüzdür.

 Daha birinci makalemizde onda ıztırap hazzından başka bir hazza
rastlanmadığını söyledik. Fakat ıztıraba kendisini nasıl verir, nasıl sadece
 onda kendisini bulur, nasıl kuvvetle şikayet eder. Divan'ında satırların
arasında her lâhza bir çeşit Laokoon gibi çığlıkla açılmış ağzını ve
gerilmiş adalelerini görmemek kabil değildir.

 Bâkî ise onun tam zıttıdır. Hayatın cilveleri karşısında çok sakin ve
ölçülüdür. Rinddir, hazperverdir, dünya nimetlerinden hiç birini
kaçırmak istemez, fakat hiç birine de lüzumundan fazla kendini
kaptırmaz. O, tam manasıyle bir "grand seigneur" yahut bizdeki karşılığı
ile eski Osmanlı büyüğüdür. İhtirasın yerine güzellik dediğimiz mucizeyi
tatmaktan başka birşey olmayan bir bağlanma, ıztırabın yerine hafif ve
iyi ayarlanmış, her lahza kendisini geçen ve hepimizi birden ifade eden
bir hüzün ona yeter. Biraz da naza benzeyen ve daha çok bir iyileşme

sıtması gibi bizi yaşadığımız ana bağlayan bu ölçülü hüzün, denebilir ki
 Bâkî'nin asıl hareket noktasıdrr. Belki o, insan kaderini olduğu gibi kabul
 ettiği için onu kendi içinde yenenlerdendir.
 Din bile bu iki şâirde ayrı çehrelerle karşımıza çıkar. Sünnî veya Şii
Fuzûlî alabildiğine dindardır. Divanı her minareden başka bir kasidenin
okunduğu Arabistan ramazan geceleri gibi naat ve tevhit sesleriyle
çınlar. Elleri her lâhza duadadır. Aşk veya sevgili bile ona bir çeşit
ulûhiyet gibi görünür.

 Tercüme şeklinde olsa dahi türkçenin en güzel siyer kitabını yazan (hem
ne dille ve her kelimenin karşılığını arayarak, bulamadığını anlatarak.
Mevâhib-i ledünniye'yi her okuyuşumda Bâkî'nin niçin bir lûgat
yazmadığını kendi kendime sorarım) Bâkî'de ise doğru dürüst dindar tek
bir manzumeye rastlanmaz. Din, bu kazaskerin Divan'ına cemiyetin
hayatını tayin ettiği derecede girer. Niçin söylemeyelim ki, bu din adamı,
şiirinde zannettiğimizden fazla laiktir ve içtimaidir.

 Bu ayrılığın en derinleştiği noktalardan biri de, iki şâirin ölüm
karşısındaki tavırlarıdır. Fuzûlî'de ölüm, bir gölge yahut hayat
orkestrasının asıl aksisadası gibi şiirin peşi sıra yürür. Ölümü ister mi?
Sever mi? Şüphesiz ki hayır. Fuzûlî hissiliği hiç bir zaman ölümü istemek
 derecesine götürmemiştir. Ne de onda mutlak sükûnu aramıştır. Zaten
(Üstühan-ı kellem içre tutsa akrepler vatan) diyen şâir için böyle bir
temenni düşünülemez. Fakat onu unutamaz da. Tıpkı eski ölümün zaferi
tabloları gibi o, orada, şiirin arkasındadır. Her lâhza şiirinin aynasını
onun nefesi bulandırır. Günlerinin kadehinde asıl çalkanan odur. Bütün
o çığlıklar, o dualar, sevme ve tapınma hisleri, arzular ve oyunlar çok
def'a bu ifritin kendi üstüne dönüşlerinden, şekil değiştirmelerinden
doğar. Zaten bu oyunların bir kısmı onu kendinden uzaklaştırmak
içindir.

 Bir bakıma Bâkî ölümle daha çok meşguldür. Fakat çok başka şekilde.
Bâkî için ölüm, XIX uncu asrın o mutlakçı sanatkârları gibi, eserinin ve
kendisinin tam anlaşılacağı insan hafızasının mısralarının panltısına
boğulacağı ebediyetin kendisidir. Bu noktada şüphesiz Bâkî yalnız
değildir. Müslüman şark şiiri sanatın ebediyetine inanmıştır. Fakat :
 Minnet Hudâya devlet-i dünya fenâ bulur
 Bâkî kalur sahife-i âlemde adımız

diyen, kendisini hayatın cilveleri karşısında ölümle, ebediyetle teselli
eden şâir, oyuna başka türlü girer. Hatta sadece sesine sindirdiği
hüzünle Bâkî (Sebt'est ber ceride-i alem devam-ı mâ) mısraıyle
kendisinden evvel aynı şeyi söyleyen Hafız'dan bile ayrılır, denebilir.
Yahya Kemal'in bu beytin bulunduğu gazele yaptığı emsalsiz taştiri
okurken, bu iki şâirin bu kadar mükemmel kaynaşması beni çok
düşündürdü. Ve nihayet bunun sadece Çaldıran şehnâmecisinin şüphe
götürmez ustalığından gelmediğini, Bâkî'nin gazelinde ve dünyaya
bakışında çok modern bir tarafın da bulunduğunu anladım. Âşikâr ki,
Bâkî insanlara ve insan hâfızasına inanıyor ve asıl hayatının
hâfızalardaki hayatı olacağını biliyordu.

 Bunun dışında vazifesini yapmış insanın sakin bekleyişi vardır. Fakat
Bâkî bununla da kalmaz, zaferi olacağını telâkki ettiği bu hadiseyi bazen
merakla beklediği olur. Hatta kendi cenaze merasimini kendisi hazırlar :
 Kadrini seng-i musallada bilüp ey Bâkî
 Gelüp el bağlayalar karşına yârân saf saf
 Doğrusu istenirse, bu beyitte, şikayeti geçen büyük bir şey vardır. Bunu
ancak kendi etrafıyle tam kaynaşmış, Mallarme'nin tabiriyle tam "kabile"
 nin adamı olduğuna inanmış bir insan söyleyebilirdi. Eskilerin çok
sevdiği hikmet tarzında bir şaheser olan:
 Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş
 mısraı da az çok böyledir. Bu mısraı her tekrarlayışımda bana Bâkî,
uzakta, bilmediğim bir yerde, ışıkların ve gölgelerin beraberce kaynaştığı
 bir mücerret alemde, yüzünü dünyamıza iyice uzatmış bir aksisada
tanrısı imişcesine kendi sesinin akislerini dinliyor gibi gelir. Bâkî ölüme
değil, sanata inanıyordu.

 Fakat bu iki şâirde dünyalarını yapan lûgatın kendisi de ayrıdır. Bâkî
Divanı baştan aşağı kıymetli madenler ve sanat eşyası ile doludur. Sanki
kasıdelerini sunduğu hükümdarın asıl hazinelerine sahip olan oymuş
gibi, durmadan ortalığı parıltıya boğar. Burada bugün için tatsız bir
imajın arasından altın kabzalı ve mücevher kakmalı bir kılıç fırlar, biraz
ötede bir kalkan küçük bir güneş gibi parlar, murassa çerçeveli aynalar,
içlerindeki güzellerle ufkumuzu derinleştirir, murassa kadehler, ipekli
kumaşlar, ham, işlenmiş madenler, taşlar, birbirleriyle yarışa girerler. Bu
 hakiki bir renk ve ışık cümbüşü, hatta israfıdır. Mevsimler bile bu şiire

eski Mısır hazinelerini getiren donanma gemileri veya ganimet
kervanları gibi kıymetli şeylerle yüklü gelir. Bu sadece eski şiirin hayal
dünyasında bir kelimenin tuttuğu yer dolayısıyle değildir. Bâkî, renkliyi,
parıltılıyı ve kıymetli olanı sever. Onun hiç bir riyazeti yoktur.
 Düşünün ki, ağaçlar içinde en sevdiği, kendi başına bir sefahat olan
erguvandır. Bâkî sadece bu ağacı sevmekle kalmaz, sevgilisini erguvani
elbiselerle bile giydirir. (Belki erguvan o devirde gelmiş veya çok
muhtemel ki yeniden moda olınuştu. Devir bahçe zevkine düşkündür.
Yahya Efendi gibi evliya tanılan bir zat bile, vaktini bahçe tanzimi ile
geçirir).

 Fuzûlî'de bu cümbüş ve israfın izini bulamayız. Hatta Bâkî'nin kullandığı
bütün o parlak madenler, taşlar, çok def'a Fuzûlî'de kısılmış bir lamba
gibi renk ve parıltılarını bile kaybeder. Çünkü onun lûgatı fakirlik ve
ıztırabın etrafında döner ve aynası yalnızlığın aynasıdır. Mihnet, gam,
kanaat, uzlet, gözyaşı, hicran, yoksulluk...

 Şikayetlerine bakıp da bu lûgatı Fuzûlî'ye sadece talihin cebrettiğini
zannetmeyin. Bütün bu riyazet ve takva terbiyesi onu ister. Fuzûlî
kendisini bütün dünya nimetlerinden sıyrılmış, yarı çıplak, her şeyden
mahrum, şarkın o ezeli padişah - dilenci (yahut derviş) karşılaşmasının
tam öbür ucunda bulunca hakiki çehresini aldığını zanneder. Bunun için
de durmadan soyunur, fırtınaya tutulmuş bir gemi gibi durmadan bir
şeyler atar ve attıkça başı yukarıya doğru yükselir. Tecridin tam
zirvesinde, başı bulutlardadır.

 Fakîr-i pâdişah-âsâ gedâ-yı muhteşemem
 Garip bir i'tisaf mistiği içinde gelecek şöhretini bile reddeder. Kendisi
için (fâni-i mutlak) tabirini kullanması kadar mânâlı ne olabilir? Mutlak
şekilde fânilik insanın adının bile unutulmasını ister. Halbuki Fuzûlî bu
şiir adını bulmak için ne kadar uğraştığını, ne ince hesaplarla onu
seçtiğini Farisî Divanı'nın mukaddimesinde uzun uzun anlatmıştır.
 Şüphesiz bütün bunlar biraz edebi moda, biraz hususi estetik hatta
dışarıdan, bilhassa tasavvuftan gelme terbiyedir. Fakat bir terbiyenin bu
kadar derinden insanı kavraması, bir şâirin kendi masalına bu kadar
inanması için ortaya başka âmillerin girmesi icap eder.


 AHMET HAMDİ TANPINAR
 (Cumhuriyet, 17 Nisan 1957)

Linklerin Görülmesine Izin VerilmiyorLinki Görebilmek Için Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor    ya da Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor    veya Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor    ya da Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor   
Resimlerin Görüntülenmesine Izin VerilmiyorResimleri Görebilmek Için Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor    ya da Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor    veya Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor    ya da Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor   

Resimlerin Görüntülenmesine Izin VerilmiyorResimleri Görebilmek Için Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor    ya da Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor    veya Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor    ya da Linklerin Görülmesine Izin Verilmiyor   

Etiketler: